Birçok medeniyete ev sahipliği yapan Anadolu toprakları kültür ve sanatta olduğu gibi yemek konusunda da oldukça zengin birikime sahip. Anadolu insanı karın doyurmanın yanı sıra yapılan yemeklerlerle duygusal bağ kurmuş ve bir anlam katarak özgün hikayesini de yüklemiş. Perde pilavından, menemenine kadar her yemek isminin bir hikayesi bulunuyor. Hem sosyolojik açıdan hem de kültürel anlamda bize zenginlik katan yemekler, içinde kullanılan malzemelerle geçmiş zaman hakkında bizlere bilgi veriyor. İşte yemeklerin birbirinden farklı hikayeleri…
PERDE PİLAVI’NIN HİKAYESİ
ANALIKIZLI’NIN HİKAYESİ
Analı kızlı Adana yöresine ait bir yemektir. İçli köftenin farklı bir versiyonu olan Analıkızlı, bulgurdan yapılan minik toplar ve içli köfte şeklinde olan büyük toplar ile birlikte kaynatılır. Üzerine yağ, salça, bul biber ile servis edilir. Hikayesi ise oldukça ilginçtir. Çeşitli rivayetlerde anaya verilen isim Hatice ve Suzi ana olarak değişse de hikayenin içeriği değişmemiş. 7 erkek annesinin hikayesi olduğu bilinmekte. Hep bir kız çocuğu olmasını istemiş ve uzun zaman sonra bir kızı olmuş. Yıllar sonra kızını istemeye gelmişler ancak annesi razı gelmemiş. Kızı ise birine aşık olup onunla kaçmış. Kısa süre sonra kızı geriye dönmüş. Bunun şerefine 7 gün 7 gece ziyafet verilmiş. Verilen ziyafette kızına düşkünlüğü ile bilinen annenin elinden çıkan bu çorba Analıkızlı olarak adlandırılmış. Büyük köfteler anneyi, küçük köfteler ise kızı olarak nitelendirilmiş.
İMAM BAYILDI’NIN HİKAYESİ
İmam bayıldı ile ilgili iki rivayet var. Eski zamanlarda imam işten yorgun, argın eve gelmiş. Eşinin yaptığı yemeği yedikten sonra o kadar yemiş ki sonrasında beğenip bayılmış. Bir diğer rivayete göre ise imam, zengin bir zeytinyağı tüccarının kızı ile evlenmiş. Eşinin çeyizinde bol miktarda kaliteli zeytinyağı varmış. Kadın ilk günlerde kocasına zeytinyağı, domates ve soğan eklenmiş bir patlıcan yemeği hazırlamış. On üçüncü günde evde patlıcan bulunmadığından buna şaşıran imam evde zeytinyağı kalmadığını öğrendiği için bayılmış.
ALİNAZİK’İN HİKAYESİ
Alinazik’in çıkış hikayesi Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim dönemine kadar uzanmakta. Seferden dönen Yavuz Sultan Selim güzergahı üzerine bulunan Gaziantep’in yavuz eli ilçesinde konaklamış. Oranın sakinleri padişahı en iyi şekilde ağırlamak istedikleri için ziyafet hazırlamış. Kim olduğu bilinmemekle beraber Anadolu kadını patlıcanları közlemiş ve taze kuzu etini kavurmuş. Yoğurdu sarımsaklayıp tuzlamış. Közlediği patlıcanları sarımsaklı yoğurt ile karıştırıp, kavurduğu eti bu karışımın üzerine alttaki karışım gözükmeyecek şekilde sermiş. Son olarak etrafını yeşilbiber ve domateslerle süslemiş ve yemeğini padişaha iletmiş. Yemeğin tadına bakan padişah bu yemeği çok beğenmiş. “Bu yemeği hangi eli nazik yaptı?” diye sormuş. O günden sonra yemeğin adı “eli nazik” olarak kalmış.
HÖŞMERİM’İN HİKAYESİ
Balıkesir’in dillere destan meşhur lezzeti Höşmerim. Peynir ile şeker ikilisinin bir arada kavrulup yendiği nefis bir tatlı. Birçok farklı çeşidi bulunmakta cevizlisi, fıstıklısı, peynirin en yoğun hallerine kadar denenmiş bir lezzet. Gelelim hikayesine, rivayete göre evin erkeği askere gider. Uzun bir zaman sonra geri döner. Annesi ise hemen mutfağa gider ancak evde hazır bir şeyler yoktur. Süzekte asılı taze peynir gözüne çarpar ve peynirden bir şeyler hazırlamaya karar verir. Taze peyniri hafif ateşte pişirmeye başlar. İçine yumurta sarısı, şeker ve irmik (un) katarak pişirir. İlk defa yaptığı için eşine tattırır. “Hoş mu erim?” diye sorar. Eşi ise “Hoş hoş” diyerek yanıtlar. Kulaktan kulağa yayınlan bu rivayetten sonra tatlının ismi höşmerim olarak adlandırılır.
DUL AVRAT ÇORBASI’NIN HİKAYESİ
Dul avrat çorbasının hikayesi oldukça hüzünlü…Yıllar yıllar önce eşini kaybeden kadın maddi olarak oldukça zor durumdaymış. Çocuklarını doyurmakta zorlanıyor yemeklik bir şey çıkaramıyormuş. Artık elinden ne varsa toplamış ve hepsini kaynatmış ve ortaya çıkan yemeğe ise bir süre sonra “dul avrat çorbası” ismi verilmiş. Çorba genelde mercimek, salça, un, su ve yağ kullanılarak hazırlanır.
HÜNKAR BEĞENDİ’NİN HİKAYESİ
Hünkar beğendi yemeği, buruk bir aşk hikayesinden geliyor. Uzun yıllardan süregelen rivayetlere göre; 1800’lü yıllarda Sultan Abdülaziz Napolyon’u ziyarete gider. Ve o sırada kraliçeye aşık olur. Ama bu aşk imkansız denecek kadar zordur. Daha sonrasında Sultan da, Napolyon’u kendi sarayına davet eder. Ancak davete gidemeyen Napolyon, kendi yerine kraliçeyi gönderir. Bu sırada Hünkar, heyecanından dolayı yapılan hiçbir yemeği beğenmez. Kraliçe ziyarete giderken yanında Fransız bir aşçı götürür. Aşçının Osmanlı mutfağında yaptığı beşamel sosu, Türk aşçının dikkatini çekti. Ve hazırladığı patlıcan közünün üzerine döktü. Sultan yediği yemeği çok beğendi. Yemeğin adı o günden itibaren hünkar beğendi yemeği oldu. Aşkları ise kavuşamadan yarım kaldı.
MENEMEN’İN HİKAYESİ
Menemen yemeği ilk kez mübadele ile Menemen ilçesine gelen Girit Türkleri tarafından yapılmış. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Menemen ilçesinin ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayalıymış. Özellikle zorunlu göçe tabi tutulan Rumlardan kalan verimli ve boş araziler, mübadele ile Menemen ilçesine göç eden Türklere paylaştırılırmış. Bunların başında Girit Türkleri gelmekteydi. Giritli göçmenlerle komşu olan Menemenliler, yavaş yavaş onların kültürleri ve Girit mutfağı ile tanışmışlardı. Giritli Türkler, yemeklerinde çoğunlukla dağlardan topladıkları otları kullanmaktaydılar. Bu otları suda haşladıktan sonra üzerine zeytinyağı dökerek ya da yumurta kırarak yerlermiş. Ot yemeklerini Menemenlilere öğreten Giritli Türkler, Menemenlilerden içinde bolca domates, biraz patates ve et olan “Etli Domates” güveç yemeğini öğrenmişlerdi. Giritli Türkler ekonomik şartlar yüzünden bu yemeğin malzemelerini değiştirdiler. Etin yerine yumurta, patates yerine de soğan koyarak “Yumurtalı Domates” yemeğini ortaya çıkardılar. Zamanla bu yemek ilçenin en sevilen yemeği olmuştur. 1930’lu yıllardan itibaren de, Menemen ilçesinden başlayarak lokantalara girmiş ve zamanla ülkemizin en sevilen yemeklerinden biri olmuştur.
GÜLLAÇ’IN HİKAYESİ
Osmanlı döneminde nişastanın bozulmasını önlemek amacıyla elde yapılan yufka kurutularak uzun süre saklayabilmiştir. Kastamonulu Ali ustayı ziyarete gelen saray erkanına elinde kalan yufkaları şekerli süt ile ısıtıp ikram etmiş ve bu sayede güllaç tatlısı tanınmış. Saray erkanı tarafından çok beğenilince saraya tatlıcı başı olarak çağrılan Ali ustanın yaptığı güllaç Ramazan sofralarının aranılan tatlısı olmuştur. (Gül suyu ile sunulduğu için “güllü aş” sözü olmuş Güllaç…)